Sayfalar

SBİLGİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SBİLGİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2012 Perşembe

SEVGİLİ EVLADIM

Benim yaşlandığımı düşündüğün gün
Sabırlı ol lütfen ve beni anlamaya çalış…

Yemek yerken üstümü kirletirsem… üzerimi değiştirecek gücüm yoksa.
Lütfen sabırlı ol. Benim sana bir şeyler öğretmek için seninle ilgilendiğim zamanları hatırla...

Seninle konuşurken, sürekli aynı şeyleri 1000 kere tekrarlıyorsam… sözümü kesme beni dinle.

Sen küçükken, uyuyana kadar sana aynı hikayeyi 1000 defa tekrar tekrar okumak zorunda kalıyordum.

Banyo yapmak istemediğimde;

Beni utandırma yada azarlama…

Seni banyoya götürmek için icat ettiğim küçük yöntemlerimi ve oyunlarımı hatırla…

Yeni teknolojiler karşındaki cahilliğimi görürsen… bana zaman tanı ve beni yüzünde alaycı bir gülümsemeyle izleme…

Bazı zamanlarda unutkan olursam yahut konuşmalarımızda ipin ucunu kaçırırsam… lütfen hatırlamam için gerekli zamanı bana tanı… eğer hatırlayamazsam, sinirlenme… çünkü asıl önemli olan benim konuşmam değil, senin yanında olabilmem ve senin beni dinliyor olmandır.

Ben sana bir sürü şeyi nasıl yapacağını gösterdim…

İyi yemek yemeyi, iyi giyinmeyi… yaşamı göğüslemeyi…

Eğer birşey yemek istemezsem, baskı yapma bana. Ne zaman yemem yada yememem gerektiğini ben gayet iyi bilirim.

Ve yaşlı bacaklarım yürümeme izin vermediğinde...

… bana elini ver…

Tıpkı, benim sana ilk adımlarını atarken verdiğim gibi.

Ve bir gün artık daha fazla yaşamak istemediğimi söylediğimde… ve ölmek istediğimi…

kızma… Birgün anlayacaksın…

yaşımın; zevk alma değil artık idareten yaşama yaşı olduğunu anlamaya çalış,

Bir gün şunu anlayacaksın:



hatalarıma karşın hep senin için iyi olanı gerçekleştirmeye çabaladım ve

senin yolunu hazırlamaya çalıştım

Senin yanında olduğumda üzgün, kızgın yada güçsüz hissetme kendini.

Benim yanımda olmalısın, beni anlamalısın ve bana yardım etmelisin.

Yürümeme yardımcı ol… ve yolumu sabır ile, sevgi ile bitirmeme....



Benim için yaptıklarını, bir gülümseme ve senin için her zaman taşıdığım çok derin bir sevgi ile geri ödeyebilirim ancak.

Seni çok seviyorum oğlum/kızım….

17 Nisan 2012 Salı

GÖZ sevileni arar...SOHBET sevilenle yapilir... DUA sevilene edilir...UYKU sevilen için kaçar...DÜNYA sevilenle cennet olur...

SEYHANCA /YAZI


"Her zaman eski olan güzeldir" gibi bir kural yok. Bizler birbirimizin yırtık elbiseleri, sökükleri, kırıkları değiliz ki sevgimizi onaralım!.. İnsanlar, kadın erkek fark etmez, sonunda, birbirinin, onarım gerektiren eskimiş malı değildir. Her zaman yepyeni kalmayı gerektiren ayrı ayrı bireyler olduğumuzu, kimsenin kimseyi taşımak zorunda olmadığını artık anladık. Kimse biricik yaşamını, "zorunlu sevgi"leri sürükleyerek bitirmek istemiyor!.. Kimsenin de kimsenin yaşamını istemeye hakkı yok!.. Sevginin aslı, eskiyen, yama, onarım gerektiren değil, her zaman yeni, her zaman taze kalan olmasıdır, birlikte olma isteğinin zorunlu olmadan sürebilmesidir. Bu yoksa, kendisini birlikte olma zorunda hissettiren sözümona "sevgi(!)"nin, sözümona "saygı(!)"nın, sözümona "hürmet(!)"in çekiver kuyruğunu!..

Artık gerçek "insanevladı", ne yaşamını kimseye adamak, ne de kimsenin yaşamının kendine adanmasını istiyor!.. Doğru olan, özgür birer "insan" olarak sevebilmektir!.. Sevginin aslını arıyorsak, işte tam burada!..

Tabii, cesaretimiz varsa!..

Artık gerçek "insanevladı", ne yaşamını kimseye adamak, ne de kimsenin yaşamının kendine adanmasını istiyor!.. Doğru olan, özgür birer "insan" olarak sevebilmektir!.. Sevginin aslını arıyorsak, işte tam burada!..
Tabii, cesaretimiz varsa!..Bir gazeteci yaşlı çifte şöyle sordu.
65 yıl nasıl bir yastığa baş koydunuz?
Yaşlı kadın şöyle cevap verdi;
“Bizler yırtık elbiselerin yamandığı, söküklerin dikildiği, kırıkların tamir edildiği bir zamanda doğduk, kullanılıp atıldığı ve yerine yenisinin alındığı bir zamanda değil...”


14 Nisan 2012 Cumartesi

HERGÜN AKLIMDAN GEÇİYORSUN,İNSAN BİR SELAM VERİR.
AŞIK VEYSEL


“İyi geceler canım” derdin. Gecenin iyiliğinden çok, Canın olma düşüncesi yeşerir dururdu içimde…” özdemir asaf

SEYHANCA&GÜNÜMDEN YAŞADIĞIM-11.04.2012


Bugün saat 12.45 Söğütlüçeşme parkından gecıyorum.Kutlu dogum haftası etkınlıgı ıcın panayır yerıne donusturulmus park .Bu guzel ama guzel olmayan 12.45 de tren ıstasyonu garının yanındakı koprunun boylu boyunca tüm ısıkları acık.Gupegunduz.Silme insan dolu park ve cevresı ,kımsede tık yok umurlarında bıle degıl.Kımbılır kac saattır o ısıklar acık.Ofıse gec kalmam bır yana aksam ustu bır musterıme servıs verecegım o ayrı durum ..Dayanamadım danısmaya dogru gıttım.Bır bayan oturuyordu.Organızasyonla ılgılı sızınle mı gorusmem gerekıyor yoksa baska bır yetkılı ıle mı dıye sordum.Buyrun benımle gorusebılırsınız dedı bayan. Bakın Sogutlucesmenın hangı noktasında durursanız durun bu panayır yerınde gozunuze her acıdan carpan bır hata var sanırım sız ve tum ekıp gezen ınsanlar da dahıl bunun farkında degıl ama hos da degıl bu durum dedım!! Yanlıs olanı sordu..Isıklar dedım bu saatte bu aydınlık gokyuzunnun altında ısıkların acık olması nasıl bır mantıkla bagdasır.Haklısınız ıletecegım durumu yetkılılere dedı.Pek ınanmadım acıkcası..Az ılerde 6-7 bey grand tuvaletle masaya dogru kahkahalarla gelıyorlardı.Beylerı gostererek ıstersenız üstünüzdeki kısıler bunlardan bırı ıse sızın yerınıze ben konusurum dedım.Zahmet etmeyın sız ben konusurum dedı.Yapabılecegımı yapmıs ama pek de huzurlu degıldım etkısının ne olacagını bılemedıgımden.Donus saatım 14.30 yolumu uzattım bahcenın gırısındekı danısmaya dogru yurudum ve bayana tesekkur ettım.Isıkları sondurmelerı ıcın yetkılılere bılgı verdıgı ıcın....Anlatmak ıstedıgım yaptıgım hareketı sıze haberdar etmek degıl.Gercekten ne kadar vurdumduymaz ne kadar sorumsuzluk sahıbı oldugumuzu yasadıgım bu olayla sıze yenıden hatırlatmak...— Söğütlüçeşme Tren İstasyonu'da.

Söğütlüçeşme Tren İstasyonu
Seyahat ve Taşımacılık · İstanbul

13 Nisan 2012 Cuma

SEYHANCA

İnsanın kendi dışında umut araması yanlış bence. Eviniz bir gün taze ekmek kokabilir, başka bir gün duman ile kan. ,bir gün bahçıvan parmağını kestiği için bayılabilir. Bir hafta sonra, metroda bombalamış çocukların cesetlerine basabilirsiniz. Gerçek buysa ne umudunuz olabilir ki?
Savaşın sonlarına doğru ölmeye çalıştım.Her gece aynı düşü görüyordum. Sonunda uyumaktan korkar oldum ve hastalandım. Bir çocuğumun olduğunu görüyordum düşümde.Düşte bile, çocuğun benim yaşamım olduğunu seziyordum. Çocuk geri zekalıydı. Kaçıyordum ondan. Ama o eteklerime tutunarak kucağıma tırmanıp duruyordu. Sonunda onu, onda bana ait olan şeyi öpebilirsem, yeniden uyuyabileceğimi düşündüm. O zavallı yüze eğildim, o korkunç bir şeydi. Ama öptüm onu. Quentin, sanırım insanın eninde sonunda, kendi yaşamını kollarına alarak öpmesi gerekiyor.
-Artur Miller'in "Düşüş" adlı oyunundan bir bölüm


11 Nisan 2012 Çarşamba

SEYHANCA/DIŞARDA YEMEK YEMEĞİ SEVENER İÇİN


BU LiSTEYi OKUMADAN DIŞARIDA YEMEK YEMEYiN!

O dünyayı geziyor, her yemeği deniyor ve ‘No Reservations’ adlı TV programında, izlenimlerini bizimle paylaşıyor. Hayranı olduğum Anthony Bourdain’in ‘Kitchen Confidential’ adlı kitabını okuyorum. Bakın Bourdain’den neler öğrendim?

“Stephen King romanından bile daha sürükleyici” demiş Sunday Times, Anthony Bourdain’ın 2000’de yazdığı ‘Kitchen Confidential’ kitabı için. Bourdain, kitabın bir bölümünü tamamen restoranda yemek yemeyi sevenlere, tüyolara ayırmış. Bourdain’in tüyolarını sizin için derledim. Bakalım bu listeyi okuduktan sonra dışarıda nasıl yemek yiyeceğiz?

* Dışarıda yemek yemek için en iyi gün salı ve perşembe. Ürünler taze, ekip pazar günü dinlenmiş ve hafta arası hafta sonu gibi müşteriye turist muamelesi yok.

* Korkmanız gereken 2 kelime: Pazartesi ve spesiyalite. Özellikle ‘Şefin spesiyalitesi’ kalmış ürünlerden kurtulma yolu.

* Pazartesi günleri balık ısmarlamayın. 4-5 günlük olur. Hafta sonu için balık alımı perşembe gününden yapılır, balıklar cuma sabahı gelir. Cuma ve cumartesi akşamı satılmayanlar pazar günü brunch ya da pazartesi günü spesiyal olarak satılır.

* Klasik bir balık pazarında sabah çok erken taze balıklar satılır. Sonra donmuş balıklar satılır. Kalanlar kapanışa gelen etrafta bekleyen Çinli ve Japonlar tarafından çok düşük fiyata alınır. Onlardan sonra kalansa kedi maması olur. Bir daha ucuz suşi ve ‘All you can eat’ (Yiyebildiğiniz kadar) Çin yemeği yerken bunu düşünün.

* Kılıç balığından uzak durmakta fayda var. Çünkü çok hızlı şekilde 3-5 santimlik parazitler üretir.
* Midye restoranda yenmez. Restoran buzdolapları devamlı içinden bir şey almak için açılıp kapandığından iyi saklama şartları oluşmaz. Genelde midyeler buzdolabının arkasında kendi pis kokulu sularının içinde durur. Eminim bazı çok özel restoranlarda midye için sularının süzülebileceği, soğutmalı çok özel kaplar vardır ve pişirirken tek tek bütün midyelerin canlı ve iyi durumda olduğu kontrol ediliyordur. Ama ben böyle bir yer hiç görmedim. Midye hazırlanması en kolay şeydir ama bir adet bozuk midye hayatınızı karartır.
* Brunch, iyi şeflerin cuma ve cumartesi yoğun çalıştıkları için işin başında olmadığı ve yemekten anlamayanlar için kalmış yemeklerin sunulduğu bir pazar aktivitesi. Çocukların oyun ortamı da denilebilir.

* Pazar günleri kızarmış deniz ürünleri ve soslu balık yemeyin. Genelde pazar brunch’ı en iyi restoranda bile cuma ve cumartesiden kalma balıkların sosla sunulduğu, makarnaların makarna salatasına, pişmiş etlerin dilimlenip karışık et tabaklarına dönüştüğü, şeflerin hayatını kurtaran bir giderleri azaltma günü. Yoksa neden gayet güzel bir ızgara balık bir anda enteresan soslara bürünsün? Soslu her yemek kalmış malzemelerden yapılmış demektir.

* Hollandaise sostan uzak durun. Bu yumurta beyazı ve tereyağ karışımı sos çok sıcak veya soğuk olmayan bir ısıda saklanabiliyor. Her siparişle baştan yapılmayacağına göre bir kez yapılıp daha sonra bakterilerin en uygun üreme ortamında saklanıyor. Kalanlar da salata sosu oluyor.

* Bir restoranın kâr ederek çalışması için her yiyecek alış fiyatının 3-4 katına satılmalıdır. Bu durumda birkaç gündür buzdolabının arkasında kalmış sirloin etlerden nasıl kurtulunur? ‘İyi pişmiş’ sevenlere kalmış etleri saklamak bir restoran geleneğidir. Zaten etin tadını alamayacak kadar pişmiş, spor ayakkabı derisi tadında et seven müşterilere kalmış eti servis etmek zevktir ve maliyetleri düşürür.

* Et yiyecekseniz steakhouse’da yemek en iyisidir. Nerede en çok ne satılıyorsa, onu yemek en iyi çözüm. Genelde garsonun yüz ifadesinden de en çok satılan yemekleri anlayabilirsiniz.

* Mönüdeki genelde söylenmeyen ilginç yemekler, mönüyü zenginleştirmek için konmuştur ve günlerce buzdolabında meraklı birinin onu söylemesini bekler.

* Restoranlarda ekmek genelde başka birisinin masasından alınıp getiriliyor, ama yine de yenilebilir. Ne de olsa hiçbir şey tamamen hijyenik değil.

* Tuvaletleri pis bir restoranda asla yemek yemeyin. Bu zor bir kural değil. “Görmenize izin verdikleri bir yer o haldeyse, kim bilir mutfak nasıldır?” diye düşünün. Tuvalet temizlemesi kolay bir yer, mutfaksa kesinlikle değil.

* Restoran işinde kilit kelime: Rotasyon. Mutsuz bir şef ve restoran sahibi camdan bakıyorsa o restorandan uzak durun. Çalışanların işini ciddiye alması da önemli. Servis elemanları bir TV dizisinde rol almayı bekliyor gibiyse ve işlerini önemsemiyorlarsa tehlikeli.
ÇAĞDAŞ ERTUNA   milliyet cadde eki 2.4.2012

10 Nisan 2012 Salı

SEYHANCA /BURCUM VE OZELLIKLERI

KOVA BURCU ... BU KADAR,,, UZUN LAFIN KISASI....
Tarafsız Aşık! Tahmin edilmesi en zor burçlardan biri olan Kova için hayat bir düellodur. Çok zeki olan Kovaları elde etmek için aynı ölçüde zeka gerekir. Derin ve anlamlı konuşmaları çok değerli bulurlar, bilgili, entelektüel kişiliklere hayrandırlar. Konuşmak, anlamak isterler ama boş konuşmalardan çabucak sıkılıp, TV kumandasını en yakın arkadaş ilan edebilirler. Bir kova burcu ile beraber olmanın belki de en zor olan kısmı onun sizi kıskanma içgüdüsüne hiç sahip olmamasıdır. Kalabalık bir ortama girdiğinizde herkes derin bir sessizliğe bürünüp size hayran hayran baksa bile o sizi kıskanmayacaktır. Hatta bunu hiç farketmeyebilir. Ama hep önünüzü açan, size destek veren, eşit bir ilişkide olacaksınız. Sürprizlerle karşılaşacaksınız ve size bağlı bir insanla beraber olacaksınız. Ufak tefek flörtler dışında Kova vefalı bir burçtur. Kova burcunun sert bir dili vardır. Bir şeyler öğrenirken veya derin bir tartışmada kolayca provoke olurlar ve hitap şekilleri değişebilir. Ateşli kişilikleri bazen patavatsız cümleler sarfetmesine neden olur, ama aslında bu cümlelerin altında yatan bir ima asla yoktur. Onlar tartışmayı doğal sayarlar ve telepatik iletişimler isterler. Kova “farklı” olmak ister. Bu kelimeye giyim, yaşam, inanç gibi her türlü ayrıntıyı sokabilirler. Farklı kişilikler onları çeker ve zor olan ile uğraşmayı severler. Ani öfke patlamalarına meyillidirler ama rahatsızlığınızı belli edersiniz onlar bunu anlarlar ve kendilerini değiştirebilirler. Kova için “değişim ve fark yaratmak” bir yaşam felsefesidir. Çok kolay yanlış anlaşılırlar ama filozof dilleri bu yanlışlığı kolayca düzeltebilir.

5 Nisan 2012 Perşembe

SEYHANCA/GÜNDEM

Son günlerde ülke ekonomisi ile ilgili duyduğum haberler aklımı iyice karıştırdı ve bana bir fıkrayı hatırlattı..
 
Boksörün biri bir maç için ringe çıkmış ama bizimkinin cılızlığına rağmen rakibi bayağı güçlü kuvvetli görünüyormuş ... Bizimki Antrenörüne sormuş "Hocam , rakip benden fazla kilolu , aynı kiloda olmamız gerekmez mi ?"..."Hiç önemli değil senin tekniğin ve çabukluğun aradaki farkı 
kapatır "...
1.Raund başlamış bizimki temiz bir dayak yemiş ve imdadına gong sesi yetişmiş...Köşesinde dinlenirken Antrenörüne yakınmış " Hocam herif çok fena vuruyor, işin sonu iyi değil galiba??".."Ne vurması, senin ayak hareketlerinden yanına bile yaklaşamıyor ki.."
2.raund başlamış bizimki yine ağır dayak yiyor ve düşmesine ramak kalmışken gong yine imdada yetişiyor..."Hocam istersen maçı bırakalım herif bir yerimi kıracak bu gidişle"..."Ne bırakması, neler saçmalıyorsun , senin yanına bile yaklaşamıyor, ama artık adamcağızın suratına filan vurma, biraz da mideye çalış"...
3.raund da değişen bir şey yok, sadece birinin devamlı vurması, diğerinin tek bir yumruk bile atamaması, tek değişen bizim boksörün patlayan kaşı yüzünden suratının kan revan içinde kalması, raund sonunda köşesine dönünce isyan ediyor " Hocam ben bittim, bırakıyorum maçı !!" .."Sen neden bahsediyorsun oğlum, herifi perişan ettin , düştü düşecek, ama artık ayıp oluyor, rakibine de biraz saygı göster, fazla uzattın işi artık bu Raundda indir herifi, bu iş bitsin"...Bizim boksör ağlamaklı " Yani hocam adamı ben mi dövüyorum, o bana hiç mi vurmuyor ??".."Ne vurması kardeşim..Senin ayak oyunlarından seni yakalayacak hali mi var ki vursun, yanına bile yaklaşamıyor...Perişan ettin adamı , burnunu kırdın, kaşını patlattın..Uzatma artık , bitir şu işi.."...
 
"Anladım hocam, ben işi bitireceğim de  senden ricam ,herifin biri beni dışarıdan fena halde dövüyor, sen onu kolla! !!"
 
 
Ülkemizin büyüme rakkamları açıklandı ve büyümede Çinden sonra Dünya2.si olduğumuz görüldü..Tabii ki gurur duyulacak bir şey...Arkasından yeni bir bomba patladı kişi başına düşen milli gelirde 10.000.- Doları aştığımız müjdelendi...Bu da müthiş bir şey ,yıllar önce Fakültedeyken İktisat hocamızın Kuveyt'in kişi başı milli gelirinin 14.000.-Dolar olduğunu söylediğinde kıskançlık duyduğumu hatırladım, bizimki o sıralar Bin dolarlar seviyesindeydi...Bugüne gelince bu yeni haberlerle ,artık Gelişmekte olan ülkeler kategorisinden çıkıp, Gelişmiş Ülkeler kategorisine girmiş olabileceğimizin hayallerini kurarken, her nedense  memleketteki diğer bazı rakkamlar da aklıma geliverdi...
 
Türkiye'nin işsizlik rakkamları Aralık 2011 itibarıyla %9.8, bundan daha vahimi Genç nüfustaki işssizlik oranı %18.1..
Ülkelerin ekonomik durumlarını belli eden Yoksulluk ve Açlık sınırlarını incelediğimizde Ülke nüfusunun % 17 si Yoksulluk sınırı altında , %18 i de Yoksulluk riski altında ,ki bunlar 25 Milyon kişinin üstünde bir kesimi ifade ediyor...Açlık sınırına gelince 2008 yılında yapılan bir araştırmada 4 Milyon işçi emeklisinin Açlık sınırının ALTINDA yaşadığı tesbit edilmiş ( buna işsizler ve tarım işçileri dahil değil)...
Ekonomi pozitif bir ilimdir ve rakkamlar yalan söylemez...Şu an itibarıyla  ülkemizde ASGARİ ÜCRET , AÇLIK SINIRI nın altında kalmıştır yani basit bir deyişle Asgari ücret alan bir kişi bırakın yoksulluğu ,AÇtır...
Günümüz ekonomisinin temel dinamikleri enerji ve petrol ürünleri sektörleriyle içiçedir...Bu alanlarda yapılacak zamların oranının YIL itibarıyla enflasyonu geçmemesi yani %10 un altında kalması hedeflenmelidir...Doğalgazdaki en son %18.72 ve Elektrikteki % 9.57 zamların yanında 5 liraya yaklaşan Benzin fiatlarına baktığımız zaman bundan sonraki zamlarla YILLIK bazda nerelere gelineceğini düşünmek bile ürkütücüdür... İleriye dönük bir tahmin yapmamız gerektiğinde de artan Doğalgaz fiatlarının yeni bir Elektrik zammına yol açması da kaçınılmaz görülmektedir...
Benzin fiatlarına gelince , yetkililer bunun ana sebeplerinden birinin artan döviz kurları olduğunu söyleyerek bizi hayretlere düşürmektedirler...2-3 ay evvel 1.97 yi bulan Dolar paritesi bugünlerde 1.79 lardadır...Yani bırakın artışı, ciddi bir düşüş bile vardır...
 
Gelelim tekrar 10.000.- Doları geçen kişi başı Milli gelire... Tabii ki buna sevinmemiz gerekir , ama sevinirken de biraz irdelememiz lazımdır...Gelişmiş ülkelerde  , özellikle İskandinav ülkelerinde kişi başı milli gelirin adil ve homojen bir şekilde dağıldığını görürüz...Bizdeyse  Açlık sınırı, Yoksulluk sınırı, Asgari ücret ve İşssizlik rakkamlarına bakınca bu gelirin kimi kişilerde Sıfıra yakın olduğunu görüyoruz...Tehlike de burada başlıyor, şayet önemli bir kesimin kişi başı Milli gelirden aldığı pay çok az ise diğer bir kesimin buradan aldığı pay da çok YÜKSEK demektir... Özetlersek kişi başı milli gelirin 10.000.- Dolar gibi ciddi bir rakkamın üstüne çıkması demek belli bir kesimin daha zengin , belli bir kesimin de daha fakir duruma gelmiş olması demektir... Ülkenin zenginliği şayet ekonomik sınıf farklarını kapatacak yerde ,daha da açıyorsa ben buna başarı değil , başarısızlık derim...
 
"Çok büyüdük... Refah seviyemiz çok gelişti...İhracatımız yeni bir rekor kırdı... İmalat sektörümüz şahlandı...vs..vs..vs..." söylemlerini devamlı olarak duyar hale geldik...Bunun yanı sıra ülkenin gerçeklerine ve reel duruma baktığımız zaman  Boksör fıkrasında olduğu gibi " Acaba bizi de dışarıdan biri mi dövüyor ??" diye düşünmekten kendimi alamıyorum...
 
DAYIM S

26 Mart 2012 Pazartesi

YENİ KİMLİKLER


Yeni TC Kimlik Kartlarımız Bu Şekilde Olacak. Mavi, pembe renk ayrımı olmayacak, banka kartları yerinede kullanılacak.

GÖZLEM

Dünyanın neresınde olursanız olun İstanbul'dakı canlı hayat 1 tık ötenizde artık


www.istanbulizle.com

SEYHANCA BİLGİLENMECE

CABER KALESİ TÜRKİYE SINIRLARI DIŞINDA BULUNAN TEK TÜRKİYE TOPRAĞI 


 Caber Kalesi Suriye’nin kuzeyinde, Fırat Nehrinin sol kıyısında eski bir kale. Rakka şehrinde Balis’e giden yol üzerinde, Rakka’nın 50 km batısında, Halep şehrinin 110 km doğusunda yer almaktadır. İslamiyetten önceki devirde ve İslamiyetin başlangıcı sırasında buranın ismi Davsara idi. Müslüman coğrafya alimleri burası için "Davsen" adını kullandılar. Hicri 5. asırda Beni Kuşeyrli Ca’ber tarafından zaptedildiği için bu isimle şöhret bulmuştur. Bu kale 1087’de Sultan Celaleddin Melikşah tarafından zaptedilmiş ve Halep’teki Ukaylilerin sonuncusu Salim’e verilmiştir. 1146’da Musul Emiri Atabeg Zengi tarafından kuşatılmış ise de, ölümü üzerine zaptedilememişti. Ancak daha sonra bu kale Ukayliler tarafından Atabeg Zengi’nin oğlu Nureddin Zengi’ye teslim edildi. 1206’da Harzemşahların istilasına, 1260’ta da zalim Hülagü’nün yağmasına ve tahribatına maruz kalmıştır. Memluklüler zamanında Haleb’e bağlanan kale, Kılavun’un hükümdarlığının son zamanlarında tamir edilmiş sonra da Döğer adlı Türkmen Boyunun eline geçmiştir. Döğerli beyler, Memluklüler ve Osmanlılar zamanında kaleye hakim olmuşlardır. Osmanlı vak’anüvislerine göre Ca’ber Kalesi, Osmanlı Devletinin kurucusu olan Osman Beyin büyük babası, Fırat Nehrini geçerken şehid olan Süleyman Şahın gömüldüğü yerdir. Burada Süleyman Şaha ait olduğu tesbit edilen türbe, Osmanlı Sultanı İkinci Abdülhamid tarafından yeniden yaptırılmıştır. Caber Kalesi Osmanlı Devleti zamanında Rakka kazasına bağlı bir nahiye merkeziydi. Birinci Dünya Harbinden sonra Osmanlı Devletinin yıkılması üzerine 1918 yılı sonlarına doğru İngilizler tarafından işgal edildi. Sonradan Suriye Devleti sınırları içine dahil edildi. Osmanlı vak’anüvislerine göre Caber Kalesi, Osmanlı Devletinin kurucusu olan Osman Beyin büyük babası, Fırat Nehrini geçerken şehid olan Süleyman Şah'ın gömüldüğü yerdir. Burada Süleyman Şaha ait olduğu tesbit edilen türbe, Osmanlı Sultanı İkinci Abdülhamid tarafından yeniden yaptırılmıştır. Caber Kalesi Osmanlı Devleti zamanında Rakka kazasına bağlı bir nahiye merkeziydi. Birinci Dünya Harbinden sonra Osmanlı Devletinin yıkılması üzerine 1918 yılı sonlarına doğru İngilizler tarafından işgal edildi. Sonradan Suriye Devleti sınırları içine dahil edildi. 20 Kasım 1921’de Türkiye ile Fransa hükumetleri arasında imzalanan Ankara İtilafnamesinin 9. maddesi gereğince; Osmanlı sülalesinin kurucusu olan Sultan Osman Hanın büyük babası Süleyman Şahın, Caber Kalesindeki Türk mezarı diye tanınan kabri, müştemilatı ile beraber Türkiye’nin malı sayılmış ve Türkiye’ye orada muhafızlar bulundurmak ve bayrağını çekmek hakkı tanınmıştır.

25 Mart 2012 Pazar

BİLGİLENMECE

Onca yıldır araba kullanırım, ilk defa duyuyorum. Çoğu zaman başka araçlara bindiğimde hep şaşırırım. Yabancı bir arabaya bindiniz . Benzin azaldı. Benzin istasyonuna gireceksiniz. Acaba bu arabanın benzin deposu sağda mı yoksa solda mı? Cevap çok basit, Benzin göstergesine bakın, orada bir pompa işareti var. Eğer depo sağda ise, hortum ve tabanca, pompa şeklinin sağında, '' '' solda ise, hortum ve tabanca, pompa şeklinin solunda.

SEYHANCA BİLGİLENMECE





Türkler'in Şamanizm'den İslamiyete geçişi yüzyıllar öncesine dayansa da günümüzde Şamanizm'den kalan birçok adet ve gelenekleri bulunuyor. İşte onlardan birkaçı: 
 Su dökerek uğurlama: Gidenin arkasından su dökmek eski Türkler'deki su kültünün doğurduğu bir adettir. Mum: Câmi avlularında mum yakılması, ağaçlara bez ve çaput bağlanması da Şamanizm döneminden günümüze aktarılan geleneklerdir. 
 Tahtaya Vurmak: Yine, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski bir Şaman inanışıdır. Bazısı Amerikalılar'a da geçmiş adetlerdir. geçerken Kuzey Buz Denizi'ndeki Bering Boğazını kullanmış olsa gerektir. Zira Amerikalılar da "knock on the wood" deyip 3 defa tahtaya vururlar. 
 Kurşun Dökme: Kurşun Dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir. Şamanlar bu ritüele “Kut Dökme” anlamına gelen “Kut Kuyma” adını vermişlerdi. İnsana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan sihir kökenli bir ritüeldi. 
 Kırmızı kurdale: Loğusa kadınların başına bağlanan kırmızı kurdela Şaman döneminden günümüze kadar ulaşmış bir adettir. Bu kurdelanın anneyi ve yeni doğan çocuğu, albız denen şeytana karşı koruduğuna, özelikle Alevilik'de gözlemlenen mezarın başına bağlanan kırmızı kurdelanın da ölüye kötü ruhların musallat olmasını engellediğine inanılır
 AY: Anadolu'da yeni ayın görünmesi sırasında yere diz çökerek niyaz edilmekte, gökyüzüne, aya ve toprağa bakarak dilekte bulunulmaktadır. Yeni ayın yeni umutlara ve yeni başlangıçlara vesile olacağı düşünülür. Bu olgu da Türkler'in eski Göktanrı inancından kaynaklanmaktadır. 
 40 Sayısı: Eski Türk inanışına göre ruh fizikî bedeni 40 gün sonra terk etmektedir. Türk destanlarında kırk sayısı çok yer alır ve kırk yiğitler, kırk kızlar epeyce geçer. Manas destanında olduğu gibi, Dede Korkut hikâyelerinde kırk yiğitler görülmektedir. Kırgız türeyiş efsânesinde de, Sağan Han’ın bir kızı ve otuz dokuz hizmetçisi ile kırk kız bir gölün kenarına giderek sudan gebe kalmışlardı. Oğuz’un verdiği şölende, diktirdiği sırıkların boyu kırk kulaç uzunluğunda idi. Hikâyelerde ve masallarda kırk gün ve kırk gece düğünler, kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer. Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler. Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. İşte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk tâne kıl koparılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölür. 40 sayısı da totemcilik döneminden kalma bir inanıştır. Semâvî dinler dâhil tüm dinlerde 40 sembolizmasının görülmesi dinlerin evrim süreci konusunda fikir vermektedir. İslâmiyet'te ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra Kur'an ve Mevlit okutma âdetlerinin, Musa'nın Tanrı'nın buyruklarını Tur dağında 40 gün 40 gecede almasının, eski Mısır’da firavunun ölümünden kırk gün sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalmasının, Hıristiyanlar'ın paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının, Ayasofya kilisesinin zemin katında 40 sütununun ve kubbesinde de 40 penceresi olmasının kökeninde o devirlerden kalma Şaman veya totem geleneklerine benzetilmektedir. 
 Mezartaşı: Şaman âyin sırasında yardımcı ruhlarını kullanmaktadır. Ölülerin, âilenin vefat etmiş büyüklerinin, eski Şamanlar'ın ruhlarının, ormanın, suyun ve yerin yardımcı ruhlarının da Şaman'a yardım ettiği kabûl edilir. Ölen büyüklerin ruhlarının çoğalması sonucu bu ruhların en kıdemlisinin ruhların başına geçeceğine ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şaman'a yol göstereceğine inanılır. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şaman'a gökyüzüne yapacağı yolculukta yardımcı olmaktadırlar. Toplumda ulu kabûl edilen kişilerin ölümünden sonra ruhlarından medet ummak mezarları kutsamış ve bu yerler medet umulan yerler hâline gelmişlerdir. Günümüzde mezar, türbe, yatır ve benzeri yerlerin ziyareti ve bunlardan medet umulması da bu inanç sisteminin devamı olarak ortaya çıkmıştır. Eski Türkler’de mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın veya mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir. Arap dünyasında mezar taşı yoktur. Ölünün toprakla bütünleşmesi ve zaman içinde kaybolması istenir. Kutsanması günahtır. Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın san'at eseri hâline getirilecek kadar süslenmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da görülmektedir. Dilek tutma: Göktanrı inancında kanlı kurbanlardan başka bir de kansız kurbanlar vardır. Saçı, yalma, yani ağaçlara veya kamın davuluna bağlanan paçavralar, ateşe yağ atma, tözlerin ağızlarını yağlama ve kımız serpme gibi törenler bu kansız kurbanlardır. 
Ölüm: Şamanizm'de köpek ruhun yaklaştığını uzaktan acı ulumayla haber verebilmektedir. Sıradan bir kişi bu ruhu görürse bu onun pek yakında öleceğine işaret sayılır. Anadolu’da günümüzde köpek uluması uğursuz sayılmaktadır. Köpeklerin bâzı olayları önceden algıladıklarına ve bunu uluyarak anlattıklarına inanılır. İçki: Şamanlar (kamlar), Tanrı ve koruyucu ruhlar için arak (rakı) saçı saçarlar, bu kansız kurban sayılır. Oysa İslâm’da içki içilmesi kesinlikle yasaklanmıştır. Eski Türk kültüründe içki içilmesi yaygın bir gelenektir. Özellikle düğünlerde ve mutlu günlerde müzik eşliğinde içki içilmesi geleneği vardır. 
 Kubbe: Ayrıca, cami mimarisine kattığımız "kubbe" gök tanrı dini'nden taşıdığımız bir durumdur. 
 Nazar: Anadolu’da halk arasında “nazar” olgusu çok yaygın bir inançtır. Bâzı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “deve boncuğu”, “göz boncuğu” v.s. takılır. Nazar olgusu da eski Türk inançlarındandır. 
 Halı Kilim Desenleri: Şaman'ın üzerine giydiği giysiye yılan, akrep, çiyan, kunduz gibi yabanî ve zararlı hayvan şekilleri çizilerek onların kaçırılacağına inanılırdı. Bugün Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim gibi örgüler Şaman giysilerinin izleri taşımaktadır. 
 Müzik: Şamanlar âyinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müziksiz bir âyin düşünülemez. Oysa İslam dininde Kur'an dışındaki dinî eserlerin müzikle okunması günahtır. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu’da Hz. Muhammed'in, Hz. Ali’nin hayatları müzikle okunmaktadır. Mevlit ve İlâhiler sâdece Anadolu’da uygulanan müzikli anlatımlardır.